KÖK HÜCRE ÇALIŞMALARI HEYECAN VERİCİ BİR HIZLA İLERİLİYOR

Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği (TJOD),Prof. Dr. Cansun Denir başkanlığındaki ilk toplantısını KKTC Malpas Otel’de yaptı.
TJOD Başkanı Cansun Demir ve TJOD Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Bülent Tıraş, tıptaki son gelişmeler, sezaryen ve normal doğum ile ilgili bilgiler verdi.
KÖK HÜCRE ÇALIŞMALARI HEYECAN VERİCİ BİR HIZLA İLERİLİYOR
Demir yaptığı açıklamada, “Akdeniz’deki en yüksek üç sezaryen oranında biri ne yazıkki bizde. Diğeri İtalya ve Yunanistan. Sorunlar aslında Akdeniz ülkelerinde birbirine çok benzer gidiyor. Yan dallar yapıldı. İki tane yan dal ne yazık ki kanun kapsamında veya tüzük kapsamına alınmadı: Üreme endokolojisi ve interfelite ve ürojinekoloji yan dal olarak henüz oluşturulmadı” dedi.
Demir, Doğuma hazırlık kursları yapıyoruz. Yani insanlara, doğumun normal bir olay olduğunu, bu ağrıların aslında rahimin açılması için doğal süreçler olduğunu ve bununla nasıl başa çıkabileceğini, nasıl nefes egzersizleri yapması gerektiğini anlatıyoruz. Bütün bunlara rağmen ‘ben doğum normal istemiyorum, sezaryen istiyorum’, diyen hastalar çok. Ama bu benim anlattığım ancak özel hastanelerde. Bunun tüm devlet hastanelerine iletilmesi lazım. Ağrısız doğumun tüm hastanelerde sunulabilmesi lazım” şeklinde konuştu.
TJOD Başkanı, “Göbek Kordon Kanından elde edilen “Kök Hücre”leri toplamak basit, güvenli ve ağrısızdır. Embriyo ve fetusa zarar verilmediğinden etik ve yasal sorun yoktur. Biyolojik olarak daha gençtir. Çevresel faktörler, virüs ve yaşlanma nedeniyle bozulmazlar. Kordon kanı kök hücrelerinin kemik iliği kök hücrelerine göre üreme hızı daha fazladır. Kemik iliği nakli için alıcı ile verici arasında çoğunlukla tam bir doku (HLA) uyumu olması gerekir. Kök hücrelerin bağışıklık red cevapları henüz tam olarak gelişmediğinden kordon kanı naklinde tam bir uyum olmasa da başarı sağlanabilir. Bu özellik aile bireyleri arasında kordon kanı nakli gerçekleştirilmesine olanak sağlar” dedi.
ANNE KARNINDAN HÜCRELERLE HASTALIKLAR TESPİT EDİLEBİLECEK
Demir ayrıca, “Çok yaygın bir yöntem olan down sendromu için yapılan ikili üçlü dörtlü tarama testleri var. Daha önce üniversitede bir çalışma yapmıştık. Anne karnından alınan örneklerde fetal hücreler yani çocuğun hücrelerini görüp bunlarda down sendromu var mı, kromozom anormalliği var mı bunları araştıralım demiştik. Hatta biz o dönemde Akdeniz anemisini de araştıralım demiştik. Ne yazık ki bunu Türkiye şartlarında hayata geçiremedik. Ama şimdi toplantılara gittiğimizde bakıyoruz bu artık ticari kit haline getirilmiş. Anne parmağından kan alıyorlar burada down sendromu hücresi olup olmadığına bakıyorlar. Ama bunlar şuan için hayata geçirilebilecek durumda mı değil. Çünkü bu test aşağı yukarı 2.500 – 3.000 euro. Yani 4 -5 bin lira gibi maliyeti var. Bu test sadece down sendromlu hücreler baktığı için kısıtlı. Ama tek kromozom anomalliği down sendromlu hücreler değil. Bizim yaptığımız tetkiklerle tamamını saptayabiliyoruz. Ama ileride anne karnından hücrelerin incelenmesiyle hastalık teşhis edilir hale gelecek” şeklinde konuştu.
SEÇİLMİŞ VE SAĞLIKLI BEBEKLER İÇİN; PREİMPLANTASYON GENETİK TANI
Prof. Dr. Tıraş ise, “Günümüzde genetik hastalıklar gebelik sırasında veya doğumdan sonra tanımlanabilmektedir. Ancak bebekteki muhtemel genetik hastalıklar ultrasonografi, amniosentez gibi yöntemler ile gebeliğin ancak dördüncü ayında belirlenebilmekte ve ciddi bir anormallik saptanması durumunda gebelik 5. ay civarında sonlandırılmaktadır. Bu durum anne ve baba adayını psikolojik ve fiziksel olarak çok olumsuz etkilemektedir” dedi.
Tıraş, “Son yıllarda genetik bilimindeki gelişmeler henüz gebelik oluşmadan, tüp bebek yöntemleriyle laboratuvar ortamında geliştirilen embriyolar üzerinde genetik inceleme yapılmasına ve seçilmiş olan sağlıklı embriyoların anne adayının rahimine yerleştirilmesine imkân tanımaktadır. Bu yönteme gebelik öncesi genetik tanı (Preimplantasyon Genetik Tanı-PGT) adı verilmektedir” diye konuştu.
BIREFRINGENCE (ÇİFT KIRILIM) İLE GEBELİK ORANI ARTIYOR, DÜŞÜK RİSKİ AZALIYOR
Prof. Dr. Tıraş konuşmasına şöyle devam etti:
“Standard mikroenjeksiyon tekniğinde sperm hareketliliği ve morfolojisi sperm seçimi için en önemli kriterlerdi. Fakat son yıllarda geliştirilen yeni tekniklerle sadece sperm morfolojisinin değil spermin canlılık oranının , sperm hareketliliğine zarar vermeden tayin edilebilmesi artık mümkün olmaktadır. Spermin dölleme özelliğini tam olarak sağlaması yani akrozom reaksiyonunu tamamlamış spermlerin seçilmesi tedavide anne ve baba adayına pozitif katkı sağlayacaktır. Özellikle hareketsiz spermlerde canlılığın saptanması , şiddetli oligoastenoteratozoospermic hastalar ve azoospermi olgularında sperm seçiminin hem döllenme , hem embriyo gelişimi hem de gebelik ve eve canlı bebek götürme oranlarında önemi büyüktür. Bu konuda son uygulamalardan birisi mikroenjeksiyon esnasında spermin polarize mikroskop altında incelenip sperm baş kısmındaki parlaklığa göre değerlendirilerek seçilmesidir. Olgun sperm hücrelerinde bulunan protein dizilimi sayesindeki “BRIFRINGENCE:ÇİFT KIRILIM” yeteneği polarizasyon sonrası seçilerek (sperm hücrelerinin canlılığını ve hareketliliğini etkilemeden) spermlerin gerçek anlamda olgunluğunu ve embriyo gelişimine en büyük katkıyı sağlayabilecek (kapasitasyon yeteneği tayini ile) spermin seçimini sağlamaktadır. Sperm hücrelerinde varolan ve döllenme problemine yol açabilecek sıkıntıların saptanmasında spermlerin baş , boyun ve kuyruk bölgelerinin polarize ışığı yansıtmalarındaki farklılıkların yardımcı olabileceği gösterilmiştir. Polarizasyon mikroskobu altında özel merceklerle yapılan çalışmalarda BRIFRINGENCE: ÇİFT KIRILMA özelliği olarak adlandırılan sistem normal spermlerin canlılıklarını yitirmeden seçimine fırsat vermektedir. Bu spermlerin ICSI işleminde kullanılması yumurtanın daha iyi döllenmesine ve daha iyi embriyo oluşmasına yardımcı olmakta ve tedavi başarı oranlarını önemli ölçüde artırmaktadır. Ayrıca elde edilen gebeliklerde düşük oranlarında anlamlı ölçülerde azalma olmaktadır.”

Bir yanıt yazın