İklim değişikliğinde Türkiye için ürkütücü öngörüler!

Yeryüzü Derneği, WWF-Türkiye ve E3G tarafından hayata geçirilen “Türkiye için Düşük Karbonlu Kalkınma Patikaları ve Uygulamaları Projesi” kapsamında; halk sağlığı, tarım ve gıda üretimi ile enerji bağlamında ülkemizin karşı karşıya kalabileceği riskler ortaya konuldu. Paris İklim Anlaşması’ndaki hedeflere ulaşılamaması durumunda, 2050’de en kötü senaryoda GSYH’de %50’lere varan düşüş, gıda fiyatlarında %250’yi bulan artışlar yaşanacak.

Yeryüzü Derneği, WWF-Türkiye ve E3G tarafından hayata geçirilen “Türkiye için Düşük Karbonlu Kalkınma Patikaları ve Uygulamaları Projesi”, Türkiye Cumhuriyeti ve Avrupa Birliği tarafından ortak finanse edilen Sivil Toplum Diyaloğu Programı çerçevesinde gerçekleştiriliyor.

Proje kapsamında enerji sektörü başta olmak üzere düşük karbonlu ekonomiye geçişte gecikmenin maliyetleri ele alınırken, aynı zamanda, Paris İklim Anlaşması’nda üzerinde anlaşılan sıcaklık artışını 1,5 – 2°C bandında sınırlama hedefine ulaşılamadığı takdirde Türkiye ekonomisini bekleyen riskler de ortaya konuldu. “Geleceğe Hazırlıklı Mıyız? İklim Değişikliği Hedefleri Ve Enerji Dönüşümüne İlişkin Riskler Ve Fırsatlar Paneli”nde elde edilen bulgular değerlendirildi.

“Türkiye için Düşük Karbonlu Kalkınma Patikaları ve Uygulamaları Projesi” kapsamında gerçekleştirilen analizler, Türkiye ekonomisini iklim değişikliğinin yıkıcı etkilerinden korumak için yenilenebilir enerjiyi ve iklim değişikliğine uyumu önceliklendiren politikalara ihtiyaç duyulduğunu ortaya koyuyor.

Enerji talebinin yüzde 75’ini ithal kaynaklardan karşılayan Türkiye’nin mevcut enerji ve iklim politikaları milyar dolarlık finansal riskler taşıyor. Türkiye’nin düşük karbonlu ekonomiye geçişi önündeki engel ve fırsatları değerlendirilen analiz, Türkiye’nin kömür politikalarının uzun vadede önemli ekonomik riskler barındırdığını ortaya koyuyor. Analize göre enerji piyasalarındaki gelişmeler sonucunda kömürlü termik santraller giderek daha fazla mali külfet doğuruyor.

Türkiye’nin mevcut kömür kurulu gücü 17,3 GW civarında. Planlama aşamasında ise elektrik üretimi için devreye alınacağı belirtilen yeni kömür sahalarıyla beraber ithal ve yerli kömüre dayalı toplam 60 GW civarında bir kurulu güç söz konusu. Analize göre bu projelerin devreye girmesi ve 10 yıl içerisinde atıl duruma düşmesinin toplam maliyeti 152,8 milyar dolara ulaşabilir. Bu, 2016 yılındaki milli gelirimizin beşte biri. Başka bir yol ise mümkün. Yapılan değerlendirme, enerji verimliliği ve yenilenebilir enerjiye öncelik veren politikalar ve düşük karbonlu ekonomiye geçişin bu riskin önemli ölçüde azaltılmasını mümkün kılabileceğini gösteriyor.

E3G’den Sabrina Schulz’a göre rekabetçi ve sürdürülebilir bir ekonominin inşası için aşırı enerji talep tahminleri üzerine politikalar geliştirmekten kaçınılması, kömür projelerine ilişkin risklerin ise göz ardı edilmemesi gerekiyor. Schulz, “Önce verimlilik’ prensibiyle uyumlu olarak enerji verimliliğinin bir altyapı önceliği haline getirilmesi, yenilenebilir enerjiye öncelik verilmesi ve iddialı ve bağlayıcı hedeflerin konulması, enerji güvenliğini sağlama, rekabetçiliği ve istihdamı arttırma, vatandaşlara düşük maliyetli enerji sunma hedeflerine ulaşılmasını sağlayacaktır” dedi.

Proje kapsamında yapılan ikinci analizde ise iklim değişikliği hedeflerine ulaşılamamasının sektörel ve makroekonomik etkileri incelendi. Paris İklim Anlaşması’nda belirlenen 1,5 derece hedefine ulaşılmamasının Türkiye ekonomisi için sonuçlarını inceleyen çalışma, çarpıcı sonuçlar içeriyor.

Türkiye iklim değişikliğinden en çok etkilenecek bölgelerden birisi olan Akdeniz Havzası’nda yer alıyor. Emisyonlardaki mevcut gidişat sonucunda havzada sıcaklık artışının 4 °C’yi aşabileceği öngörülüyor. Analiz, böyle bir senaryonun, sosyal ve ekonomik faturasının hayli yüksek olacağını gösteriyor.

Bulgulara göre, iklim değişikliğiyle mücadele hedeflerine ulaşılamaması durumunda en kötü senaryo altında 2050’de gerçekleşmesi beklenen milli gelir düzeyinde yüzde 50’lere ulaşan bir düşüş ile karşı karşıya kalınabilir. İyi senaryoda ise yüzde 10 düzeyinde bir milli gelir kaybı olası. Böyle bir negatif şokun sonucunda kayıtlı istihdam ve ücretlerde düşüş yaşanabilir, bu düşüş düşük gelirli bölgelerden yüksek gelirli bölgelere göçü tetikleyebilir. Sonuçlar, etkilerin düşük gelirli bölgelerde yüksek gelirli bölgelere göre çok daha şiddetli bir şekilde hissedileceğini, istihdamda ciddi düşüşler yaşanabileceğini ortaya koyuyor.

Çalışmada yer verilen bulgular, iklim değişikliği hedeflerine ulaşılamaması sonucunda ülkemizdeki şeker pancarı üretiminde yüzde 5, mısır üretiminde ise yüzde 10’u bulan verimlilik kayıpları yaşanması; buğday, arpa ve mısırda verim artışının durmasının olası olduğunu gösteriyor. En kötü senaryo altında, yüzyıl ortasına geldiğimizde gıda fiyatlarında yüzde 250’yi bulan artışlar yaşanabilir.

Analiz, halk sağlığı açısından da yeni tehditler ortaya çıkabileceğine dair kuvvetli uyarılar içeriyor. Yıllık sıcaklık artışının 4°C’yi bulması halinde ısı stresine bağlı ölümlerin yüzde 400 oranında artış göstermesi bekleniyor. Bununla beraber, sivrisinek ve kene gibi taşıyıcılarla yayılan hastalıkların etki alanında genişleme, su ile bulaşan hastalıklarda, alerji dönemlerinin uzaması ve alerjik sorunlarda artış yaşanabileceği belirtiliyor.

Yeryüzü Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Aytaç Timur, “Tarım, gıda güvenliği ve halk sağlığının yanı sıra enerji, sigorta, turizm, su yönetimi gibi pek çok sektördeki orta ve uzu vadeli planlamaları yaparken iklim değişikliğinin etkilerini, farklı senaryolar çerçevesinde ele almamız gerekiyor.” dedi.

WWF-Türkiye Genel Müdürü Aslı Pasinli ise “Türkiye sürdürülebilirlik açısından bir yol ayrımında. Bu projenin bulguları, iklim değişikliğiyle mücadele ve uyumu politika tasarlama süreçlerimizin merkezine almazsak ne denli yüksek maliyetlerle karşı karşıya kalacağımızı gösteriyor. Bu çalışmadaki ‘fırsat maliyeti’ yaklaşımının daha detaylı çalışmalara ön ayak olmasını, ülkemizin bilimsel temelli çalışmalara dayanan proaktif bir iklim ve enerji politikası izlemesini umuyoruz.” dedi. (Gıda Hattı)