İki büyük dil yol kazası (Köşe yazısı)

TÜRKÇE YILI MÜNASEBETİYLE  VIII “DİL DEVRİMİ” İLE GELEN DİLİMİZİN DEVRİLMESİ İKİ BÜYÜK DİL YOL KAZASI 1932 – 2022

Süleyman KOCABAŞ

kocabassuleyman@gmail.com

Aziz dostlar, 2021 yılı “Türkçe Yılı Münasebetiyle”  bir dizi yazı yazmış, sizlerin okuyup faydalandığınız bu yazı dizimizin 2021 yıllının kapanmakta olduğu şu günlerde son yazısı olarak bu yazıyı yazarak, tarihimizin Cumhuriyet döneminde dilimizin  maruz kaldığı “İKİ BÜYÜK FELAKET” İ özetleyerek dile getirmek suretiyle bu bahsi kapatmak istiyoruz.

    Burada yeniden vurgulayalım ki, adı geçen yıl esprisi itibariyle birkaç  zoraki, cız ve sönük etkinlik dışında hiçbir etkinlik düzenlenmemiştir. Büyük çapta etkinlikler düzenlense idi ne olacaktı? Türk dilinin Cumhuriyet döneminde maruz kaldığı “ihanetler” birbir dile getirileceğinden  “uydurukça bir dil icadı hastalığı” yanında, dilimizin bununla iyice zayıflatılması sonucu, “Türkçe kalesinin İngilizce tarafından işgali” de söz konusu olacağından, bütün bunlar, bunlara sebep olanların   foyalarını açığa çıkaracağı için, bu yılı deve kuşu gibi başlarını kuma gömerek geçirdiler. Ama, tarih onları hiçbir zaman affetmeyecek, ölüsünün de dirisinin de yakalarına yapışmaya devam ederek, bir gün gelecek yaptıkları hataların  bedelleri  kendilerine çok ağır ödettirecektir.

                                                             İki Büyük Dil Yol Kazası

       “Harf İnkılabı” yla 1928’de ve  1932’de de “Dil Devrimi” yle  günümüze kadar yaşadığımız  bu süreçte dilimiz başlıca “İKİ BÜYÜK DİL YOL KAZASI”  na uğramıştır:

        1-(1928 – 1932) – 1980 Dönemi: Türk Milletini “mazisinden koparmak” a yönelik olarak ,”topyekun alfabe tasfiyesi” nin ardından gelen “Dil Devrimi” ile, binlerce yıldan beri  konuşup yazdığımız “Yaşayan Dilimiz” e girmiş, bütün Arapça ve Farsça kelimeleri “bunlar kültürümüzün mânevi istila unsurlarıdır” düşüncesinden hareketle, kuru – sıkı, İngilizce tabiriyle “absürt” (akılsızca, saçma, sapan) yerli dilimiz tabiriyle “hamsi” bir “ırkçılık –milliyetçilik” duygusuyla, bunları  topyekun tasfiye yanında,  ikinci olarak  da, “celladına âşık olmak” kabilinden, milletimize yabancılaşmış küçük bir hakim azınlığın, “tarihi ve ebedi düşmanımız” Batı emperyalizmi devletlerinin sürekli darbeleriyle, Osmanlı Devleti bu   cellatlarımızın  elinde yıkıldıktan sonra, adı geçen devletin son yarım asrında başlayan bir “toplum hastalığımız”, bu cellatlarımıza  âşık olmak sürecinin, Cumhuriyet dönemine gelindiğinde atak yaparak,    Batı medeniyetine “topyekun  girmek” kararıyla, “Demir ve ateş kullanmak pahasına da olsa” denilerek, milletimizin 5000 yıllık tarihi süreç içinde oluşmuş, İslam dinine girmekle millet olma tarihi sürecini tamamlamış,   bütün tarihi-milli –ilmi  karakterleri ve tarihi- milli-ilmi   misyonlarının   “fabrika ayarları” nı bozarak, “Kötü bir Batı  medeniyetçiliği davası” na feda etmeye yönelik,  “Batı sömürgeciliği ve köleliğine yamama” ın aksiyonerliğinden  olarak da  “Ulusal ve Batı tipi yepyeni bir millet yaratmak” uğrunda  mazinin topyekun tasfiye gidilmesi ve bunun için    “Harf İnkılabı” ve   “Dil Devrimi” nin  kullanılması, birinci dönem büyük dil yol kazasının   en büyük felaketi olmuştur.

        “Harf ve Dil Devrimleri” ile gelen süreçte, milletimiz   “devrilmesi” sürecine  sokulmuştur.     Bu devrimlerin mucitleri ve destekçileri bunların “ana ve asıl sebepleri” nden olarak hep,  milletimizi bu “kültür devrimleri” yoluyla “maziden –geçmişten koparılmak projeleri” olarak açıklamışlar ve bu cümleden olarak hep şu beylik görüşlerini dile getirmişlerdir: “Harf ve Dil İnkılaplarını, kültürümüzü Arap kültürü istilasından kurtarmak, dilimizi millileştirmek, milletimizi   Batılılaştırmak ve laikleştirmek için yaptık.” İşin esasın bakılırsa, burada “Arap kültürü istilası” dedikleri tam anlamıyla İslam dinin kendisidir. Milletimizden  tepki görecekleri için “İslam kültürü istilası” yerine bu ifadeyi kullanmayı tercih etmişlerdik ki, bu süreçte esas alınan hedef, “Milletimizi İslam’dan tamı tamına  soyutlayarak son zamanlar   Batılı filozoflar ve düşünürlerin de kendi ifadeleriyle dile getirdikleri kokuşmuşluğu, çürümüşlüğü ve çöküş dönemine girmişliği ortaya  çıkan  Batı  Hristiyan –Kapitalist kültürü ve medeniyetine yamamak” tan başka bir şey değildir. Zaten adı geçen iki devrim sürecinde, milletimizin yaşayan güzelim  tarihi karakteri ve tarihi misyonunun “fabrika ayarları” nı bozarak, “Türk Milleti” yerine “Türk Ulusu” denilmeye başlanması,  “ulus” da  uydurukça bir kelime olduğundan  “Türk Ulusu” demekle, tarihteki o güzelim “Türk Milleti” ni   bununla  başkalaştırmak ve giderek öldürmekten olarak sun’i yeni bir millet yaratmaktan  şeklinde  karşımıza çıkmıştır ki, buna, “Milletimizi, kendisini millet  yapan mazisindeki yaşanan kültürü ve Yaşayan Türkçesi’nden topyekun  kopararak milletimizin  devrilmesi süreci” de diyebiliriz. Özetle anlaşılan, “Türk milleti öldürülmek Türk Ulusu yaratılmak” istenilmiştir.    Bu sürecin daha da açıklı tarafı,  celladına âşık olduklarımızın zaten  “Milletimizin  iradesini kendi iradelerine  tabi hale getirmek suretiyle onu yok etmek” kültürel veya psikolojik harp hedefleri strateji ve taktiklerinden olarak   yapmak istediklerini,  bu sefer de kendi insanlarımızın bilerek veya bilmeyerek, aldanmış, saftirik  olarak kendilerinin yapmaya kalkışmaları da tarihimizin en acı ve garip  bir cilvesi olarak karşımıza çıkmıştır. Batılılar,  bütün bu yapılanların kendileri açısından değerlendirmelerini yaparlarken,  “Bu yolla kendilerini,  Türk milleti tarihi ve ebedi belasından  onun iradesini telim almakla suretiyle  ondan  kurtulmaya yönelik” olarak beylik görüşüne yer vermişlerdir.

       Filozoflar ve bilim adamları özdeyişlerinde, “Dili bir milletin ruhudur. Bir milleti yok etmek için diline dokununuz”. “Geçmişi ile geleceği arasında köprüler kuramayan milletlerin  geleceği olmaz” görüşleri boşuna   dile getirilmemiştir.  İşte bizde “Harf ve Dil Devrimleri” sürecinde milletimizin içine sokulmak istendiği yapılanma bu olduğu için, “Bu devrimlerle milletimiz  devrilmesi  sürecini yaşanmaya başlandı” teşhisinde de tam isabet kaydedilmiştir.

       Edebiyatçı yazarlarımızdan merhum Peyami Safa’nın Harf İnkılabı ile ilgili çok ünlü ve halkı bir  teşhisi vardır: “Yeryüzünde bir tek millet gösterilmez ki, orada gençler kazara milli kütüphanelerine girerlerse bir tek eser, okuyamadan çıkıp gitsinler. Böyle bir katliam hiçbir memleketin tarihinde yoktur…” Bu teşhisle, adı geçen inkılapla “birinci olarak” maziden “topyekun kopuş büyük felaketi” nin  aksiyonerliği veciz olarak dile getirilmiştir.

         “Milletimizi mazisinden koparmak projesi” olarak, bu yeterli görülmemiş, “İslam medeniyetinin din dili Arap alfabesi ile Batı Medeniyetçiliği, ulusalcılık, laiklik   yapılamaz. Bunun için Batı medeniyetinin alfabesi  Latin alfabesini almalıyız” denilerek birinci olarak, maziden koparmaya yönelik bunun ardından, bu sefer de “bu yetmez” düşüncesiyle, sıranın “dilimizin arındırılmasına geldi” denilerek,    bin yıldan beri  dilimize girmiş ve artık bizi malımız olmuş konuştuğumuz ve yazdığımız din dilinden Arapça ve edebiyat dilinden Farsça ne kadar kelime varsa bunlar da topyekun olarak dilimizden atılmadıkça ulusalcılık,  Batı medeniyetçiliği ve laiklik yapılamayacağı gerekçesiyle,  1932’de başlatılacak olan “Din Devrimi” yle de sanki dünyada saf dil varmış gibi, tarihte  buna benzer bir olaya hiç  rastlanmadığı halde, dilimizdeki  bütün Arapça ve Farsça kelimelerin topyekun tasfiyesiyle, bunların yerine halk dilinden ve Orta Asya Türkçesinden “derlemeler” le  “öztürkçe” denilen kelimelerin kullanılması, bunlar yetmez ise,  masa başında dilimizin imlası ve gramerine (dil bilgisi) uymayan uydurukça kelimeler  icat etmek suretiyle ve genelde  bu yola başvurulduğu halde tamı tamına “UYDURUKÇA  BİR DİL İCADI” na (Uydurukça dil icadı ile sanki yeni bir uydurukça ulus yaratmak süreci)           gidilerek, dilimiz bununla, milletimizin millet  olma sürecine başladığı kabile hayatındaki  dilinin en ilkel hali  “kabile dili” ne dönüştürülmeye çalışılarak birinci dönem “Dil Devrimi” ile gelen en büyük felaketlerden birincisi ve ardından  ikincisi de  işte böyle ortaya çıkmıştır.  Bununla filozoflar ve bilim adamlarının işaret ettikleri “bir milleti yok etmek için diline dokunulmuş” olunduğundan, bu iş sonuna kadar götürülürse milletimizi millet  yapan Yaşan Türkçemizin topyekun  ortadan kaldırılmasına  sebep olacağından bu da milletimizi  meydana getiren milli dilimizin ölmesine yol açması sonucu giderek milletimizin de ölümüne yol açacaktı.   Hele ki daha sonra bu yapılanların sekteye uğrayıp yapılan işten geri dönülmesi, milletimizi  büyük bir badireyi yaşamaktan  az-çok kurtaracaktır. Böylece, iç ve dış algı operasyonları, etki ajanlığı sebebiyle dilimize dokunarak ve onunla oynayarak  milletimizi bu yoldan  yok etmek isteyen haiane  odakların yanında, olanlara âlet olan saftiriklerimizin de bütün bu yaptıklarının akim kalması, tarihimize,  “Milletimizin,  mazisinin ve dilinin  yok edilmesini yönelik büyük bir badirenin  atlatılması” şeklinde  geçmiştir.

      Daha sonra, olup bitenlerin olumsuzluklarının ortaya çıkmaya başlamasıyla,  bu badireden (tamı tamına uydurukça bir dil icadıyla sun’i, yeni bir ulus yaratılması) dönmenin “erdemi” ni şahsında gösteren  Mustafa Kemal Atatürk hayata gözlerini yumunca, yönetimde onun yerini alan  Cumhurbaşkanı ve Milli Şef İsmet İnönü’nün “Atatürk’ün dilde  başaramadıklarını  ben başaracağım” emeliyle  uydurukça dile geri dönüşü ve bu geri dönüşün 12 Eylül 1980 Darbesi ve Rejimi günlerine gelindiğinde, zaten öteden beri ehliyetsiz ve liyakatsiz  kadrolaşmasıyla  birinci büyük  dil yol kazasının büyük sebeplerinden  birisi  olmaya devam eden Türk Dil Kurumu’nun yapılanmasının adı geçen rejim tarafından değiştirilmesini müteakip,  “uydurukça  dil icadı” giderek  tavsamaya başlamıştır. Ama, bu sefer de 1950’li  yılların başında Türkiye’nin sahte bir Komünist  Rusya tehdidi senaryosuyla  bu sefer de dünyanın  süper gücü Amerika’nın nüfuzuna sokulmasıyla birlikte, dilimizde “İngilizce dil salgını” kendisini göstermeye başlamış, 1980’li yılların başlarından itibaren atak yapmaya başlayan bu salgına, gününüz itibariyle gelinen noktada “Dil Devrimi İle Gelen İkinci Büyük Dil Yol Kazası” ndan olarak “Türkçe Kalesinin İngilizce Tarafından İşgal” denilmiştir ki,   bunun yapılanmasını yazımızın  ikinci bölümde anlatacağız.