Aytun Çıray: Türkiye’nin Suriye’deki iç savaşa dahil olması siyasi iktidarın kararıdır.

İYİ Parti Milli Güvenlikten Sorumlu Başkanı  Aytun Çıray’ın TBMM’de yaptığı basın toplantısından satır başları..                                                          Operasyona giden süreç ve sonuçları Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihten gelen bir dış politika geleneği ve bu geleneğin deneyimden damıttığı bir stratejisi vardı.

Bu stratejinin ağırlık merkezi Ortadoğu değil Avrasya’ydı; bölge ülkeleriyle ilişkiler büyük güçlerin bölgesel menfaatlerinden bağımsız olarak kurgulanıyor, statükonun korunması ilke ediniliyor ve çatışma hallerinde tarafsızlık (neutrality) benimseniyordu.

İktidar, cumhuriyetle rövanş mücadelesine girip bu stratejiyi terk etti. “Arap Baharı” rüzgarıyla yükselen İhvancı anlayışın bölgede egemen olacağı varsayımıyla Türkiye’nin milli menfaatleriyle kumar oynandı. Suriye’de Esad’ın Batı’nın desteğiyle çabucak devrileceği varsayıldı.

Bu varsayımda iktidarın kendi mezhepçi yaklaşımlarınız da etkili oldu: Esat ailesi ve rejimin diğer seçkinleri Şii oldukları halde Suriye’nin nüfusunun çoğunluğu Sünniydi ve Esat karşıtı protestolar Sünnilerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde patlak vermişti.

Bu durum AKP’nin Suriye’de kendisi gibi bir iktidar oluşacağına inanmasına ve bunun hamiliğine talip olmasına sebep oldu. Bu hata yalnızca Suriye’yle sınırlı kalmadı.

Mısır’da Müslüman Kardeşler açıkça ve cömertçe desteklendi. Libya’da Türkiye’yle uzun yıllar dostane ilişkiler yürüten Kaddafi’nin devrilmesine ortak olundu. Bunlar, ideolojik körlükle alınmış kararlardı ve sonuçları düşünülmedi. İran’ın mezhepdaşı ve bölgedeki en yakın müttefiki Esat rejimini sonuna kadar koruyacağını,

Rusya’nın Akdeniz’deki en önemli üssü Tartus’a ev sahipliği yapan Suriye’nin Amerikan destekli bir yönetimin eline geçmesine seyirci kalmayacağını, bölgede oluşacak herhangi bir yönetim boşluğunun Irak’ta zar zor bastırılan El Kaide tehdidini yeniden hortlatacağını, ve tıpkı Birinci Körfez Savaşı’ndan sonra olduğu gibi PKK‘nin bölgede kök salmasına imkan vereceğini öngörmek için Davutoğlu’nun stratejik dehasına ihtiyaç yoktu, tarih bilmek yeterliydi.

Üstelik bu körlük yalnızca Suriye’yle sınırlı da değil. Mesela, Libya’nın Ege ve Akdeniz’deki kıta sahanlığı haklarımızın müdafaası için hayati önemde olduğu bilinmiyor muydu?

Tabii ki hayır. Ama tabii tüm bunlar olurken iktidar o dönemki candostu FETÖ’cülerle beraber devleti – bilhassa da orduyu — iğdiş etmekle meşguldü. Mart 2011’de Suriye’de protestolar başladı. Aynı yılın Ağustos ayında rejim ordusundan kaçan yedi subay Türkiye’de ÖSO’yu kurdu.

Bu sırada Türk ordusunun yüzlerce subayı Silivri kumpasıyla esir alınmıştı. Dört ay sonra, Ocak 2012’de, onların arasına Türkiye’nin en rütbeli subayı Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ — katıldı. Peki kabahat kimin? Tayyip Bey, 10 Ağustos 2014’te Cumhurbaşkanlığı Seçimleri’ni kazandığında … AKP Genel Merkezi’nin balkonundan “bu seçimi Ramallah, Gazze, Kudüs kazanmıştır” diyordu.

Aynı Ramallah, bugün Barış Pınarı Operasyonu’muzu kınayan ülkelerle aynı safta. 10 yıldır bu savaş sürüyor ama dünya kamuoyuna YPG’nin PKK’yle denk olduğunu bile anlatamamışsınız; IŞİD’in en çok kanını döktüğü milletlerden biri bizimki ama … dünyada arkamızdan IŞİD’le işbirliğinde olduğumuz iftirası atılıyor. Milyonlarca dolar akıtılan SETA’nın sözüne itibar eden yok.

İktidarın yıllarca beraber iş tuttuğu İhvancılar, FETÖ’cüler, sözde liberaller bugün Türkiye karşıtı lobilerle; düşman saydığınız, hedef gösterdiğiniz, yapmadığınızı bırakmadığınız Atatürkçüler ise milletimizin yanında, onun davasında. Siz “aldandık, Allah affetsin” deyip işin içinden çıkıyorsunuz ama.. sizin yanlışlarınızı Türkiye düşmanları affetmiyor, onların bedelini bugün Mehmetçiğimiz kanıyla ödüyor. İnşallah ardınızda bıraktığınız bakiyeye baktığınızda bir parça utanıyorsunuzdur.

Dün Soçi’de açıklanan Türkiye-Rusya mutabakat anlaşmasıyla Suriye meselesinde yeni bir sürece girmiş bulunuyoruz. Bu mutabakatı 17 Ekim 2019’da gerçekleştirilen bir başka mutabakatla, Türkiye-ABD mutabakatıyla    birlikte düşünmek ve ele almak zorundayız. Ki, Cumhuriyet tarihimizin gelmiş geçmiş en dramatik, Türk Milletine maddi ve manevi bedeli ve faturası en ağır dış politika yanlışında hangi noktaya içine geldiğimizi, kendi iktidarımız tarafından içine düşürüldüğümüz kapandan, boğazımıza kadar gömüldüğümüz bataklıktan kurtulmamıza yardımcı olup olmayacaklarını, olacaklarsa hangi şartlarda ve ne ölçüde yardımcı olacaklarını anlayabilelim.

Suriye ve Suriyeliler meselesinin maddi ve manevi faturasının her an biraz daha kabardığı bir vasatta iki mutabakat anlaşmasının da belli bir değer taşıdığı çok açık. Her şeyden önce Barış Pınarı Harekatında kahraman Silahlı Kuvvetlerimizin gösterdiği performans Ordusuyla her zaman gurur duymuş bir millet olarak Türk Milleti için gerçekten göğüs kabartıcı.

Ordumuz, harekatın başladığı 9 Ekim’den, ABD’yle varılan mutabakata göre beş gün için ara verildiği ana kadar üstüne düşeni  tam bir görev bilinci ile eksiksiz yerine getirdi. Tek bir şehit bile bizim için sonsuz bir kayıptır. Ancak harekatın büyüklüğü karşısında verilebilecek en az şehidi  vermiş olmamız, harekatı yürüten komuta heyetinin ve Milli Savunma Bakanlığı’nın başarılı stratejisinin bir sonucudur.

Kısaca, Türk Silahlı Kuvvetleri, 17 yıllık AKP iktidarları esnasında başta FETÖ olmak üzere, yaşamak durumunda kaldığı onca badireye rağmen savaş meydanında üstüne düşeni yapmıştır. Şimdi bir kere daha savaş alanlarında şehitlerimizin canları, gazilerimizin kanları pahasına kazandıklarımızı ‘masada da’ korumak, Milletimizin refahı ve geleceği için anlaşmalarla tescil edilmiş kazanımlara dönüştürmek zorundayız. Bunu başarmamızın temel şartı, bizi özelde Suriye’de, genelde Ortadoğu’da bir tuzaktan diğerine düşüren yanlış dış politika anlayışını tamamen terk etmektir.

Suriye meselemiz çok ağır bedelin en yüklü faturası olarak sayın Cumhurbaşkanında somutlaşan iktidarın önündedir. Yaptığımız iki mutabakat anlaşmasını da bu gözle değerlendirmek zorundayız. Bu iki mutabakat anlaşması da ancak sınırlı anlamda bir başarıdır. Sınırlıdır çünkü; AKP iktidarı terk ettiği limana geri dönmeye çalışırken gördü ki liman yerinde yok.

Bakın biz Barış Pınarı Harekatıyla, Kuzeydoğu Suriye’de iç dengelerimizi tehdit edecek ayrılıkçı bir terör devleti oluşumunun zeminini bir güvenlik koridoru tesis ederek önlemeyi hedefledik. Tam sekiz yıl sonra tekrar ayrıldığımız limana geri dönecek idiysek… AKP’nin başarı diye kabul ettiği şey sekiz yıl sonar tekrar başladığımız noktaya gelmek idiyse…Ve 4,5 milyon Suriyeli kucağımızda kaldıysa..

Üstelik Putin, çarlık Rusyası’ndan bu yana hayal ettikleri gibi sayemizde sıcak denizlere indiyse…Biz ğıda Esat’I istemezken, Güçlenmiş     Esat yanında Rusya ve ABD ile komşu olmuşsak.. Üstelik super güçler hala satranç oynamaya devam ediyorlarsa.. PKK yanında DEAŞ gibi yeni bir terör örgütü ile muhatap olduysak millet nezdine bunun hiçbir siyasi bedeli olmayacak mı?

Daha önemli bir konu var.. Her iki anlaşmada iki süper güce de YPG’yi bir terör örgütü olarak deklare ettirip, kayıtlara geçirtmeyi başaramadık! Bu mutabakat anlaşmalarındaki çok kritik bir eksikliktir. Bu eksikliğin, bir boşluk olarak YPG ve uzantısı olduğu PKK tarafından istismar edilmesi kaçınılmazdır. Daha kötüsü, özellikle ABD’de bu istismarın yerleşik kurumsal güçler tarafından desteklenmesi güçlü bir ihtimaldir.

Çünkü Trump’ın itiraflarıyla hiç inkar edilemeyecek şekilde ortaya çıktığı gibi Kuzeydoğu Suriye’de YPG’ni gücün tüm kazanımları AKP’nin yanlış dış siyasetleri ve Obama döneminde ABD yönetiminin eseridir. Barış Pınarı harekatıyla Kuzeydoğu Suriye’deki bölgenin ABD gözetiminde güvenli bölge ilan ettiğimiz bölgenin dışına çıkarılmış olması, bu gerçek karşısında, yeterli bir güvence teşkil etmemektedir.

Sayın Cumhurbaşkanının Putin’le vardığı mutabakat bu konuda daha güven vericidir. Bununla birlikte Putin’in şu ana kadar mesela Trump nezaketsiz ve güvenilmez bir lider görüntüsü vermemekle birlikte, bir süper gücü mutlak bir yetkiyle yönettiğini asla unutmamalıyız. Süper güçler çıkarlarını da aynı şekilde süper olarak maksimize etmeye çalışan güçlerdir. O halde Soçi mutabakanın menfaatlerimize en uygun şekilde değerlendirilmesini sağlayacak politika, Esat rejimiyle Rusya vasıtasıyla zımni olarak yürütülen ilişkilerin 1998’deki Adana mutabakatını ve ona dayanarak bizzat AKP iktidarının  21 Aralık 2010’da  Suriye’yle imzaladığı “Terör ve Terör Örgütlerine Karşı Ortak İşbirliği Anlaşması”nı tekrar ve daha güçlü bir şekilde canlandırmaktır.

Suriye’yle ilişkilerimizde süper güçleri aradan çıkarma zamanı çoktan gelmiştir, biraz daha zaman kaybedilirse herşey için çok geç olacaktır.   Açıkça ifade etmek lazım: Barış Pınarı Operasyonu’nunda olduğu gibi ve ordumuzun Suriye’nin kuzeyinde bir PKK devletçiği kurulması için atılacak tüm adımları gönülden ve tamamen destekliyoruz. Ordumuzun stratejik öngörüsüne ve taktik becerisine inancımız tam. İkincisi, kamu diplomasisi alanında düştüğümüz zaaf aşikar. Bu noktada başta Dışişleri’miz olmak üzere ilgili kuruluşların ehil ve vatansever kadrolarla zenginleştirilmesinin…ve yurtdışında ülkemizin haklı davalarının savunacak kadroların sadakat değil liyakat esasına göre yeniden kurulmasının öneminin bir daha ortaya çıktığını düşünüyoruz. üçüncüsü, milli menfaatlerimiz çerçevesinde yakalanan birlik ve beraberliğin siyasi çıkarlarla istismar edilmesine fırsat verilmemesini diliyoruz. Devlet işini parti işinden her zaman ayrı tuttuk, ikisini asla birbiriyle aynı görmedik.